San Fransisco'nun büyüsüne kapılmadan dönen var mıdır şehirden bilemem ama Küçük Gezgin ve biz büyülenengillerdeniz orası kesin:))
City Hall (Şehir Binası) 1906’da San Fransisco’yu yerle bir eden
depremde oldukça zarar görse de, eskisinden daha küçük olarak yenilense de;
dünyanın en büyük 5., Amerika’nın ise en büyük Barok kubbesine ev sahipliği
yaparak şehrin göbeğinde yer alıyor. Biz arabayı şehir
binasının hemen yanındaki yeraltı otoparkına park ettiğimiz için doya doya
binayı inceleme şansına sahip olduk. Gerçekten oldukça büyük ve etkileyici bir
bina. Bizdeki belediye binalarıyla karşılaştırılınca bu belediye binasında
evlenmek pek bir lüks gözüktü gözüme ahaha:)
Boşuna düğün mekanlarına o kadar para baymışız!
Marilyn Monroe bile bu binada evlenmiş düşünün yani:) Biz gittiğimizde şansımıza önünde
açık alan sergisi yer alıyordu. O yüzden de meydan cıvıl cıvıldı. Eee… Bize de
Küçük Gezgin ile bol bol fotoğraf çektirip tadını çıkarmak düştü:)
Union Square şehrin en bilindik merkezi. Etrafı mağazalar ve
restoranlarla çevrili, çok fazla gölgeliğin olmadığı, güneşte mermerin
sıcaklığının yüzünü yaktığı bir merkez. Mecburen gitceksiniz çünkü her şehrin
göbeğini ziyaret etmek adettendir. Mağazalar çeşit çeşit. Ne ararsan var. Tabii
biz Amerika’dayken Dolar Türk Lirasının neredeyse üç katı olunca, mağazaları
teğet geçip etrafımıza bakmak zorunda kaldık:( Napalım, kaderimize boyun eğdik, boynumuzu büktük, arada şöyle göz ucuyla vitrinlere göz attık ama yılmadık yolumuza devam ettik:) Union Square’e gitmişken Cheesecake
Factory’de cheesecake yemeyi unutmayın. Niye söylüyorum? Çünkü biz unuttuk:(
ha yiyelim ha yiyeceğiz, hadi şunu da görelim hadi şuraya da gidelim derken bir
bakmışız unutmuşuz:( Bizim içimizde kaldı, sizin kalmasın. bizim içinde yiyin:)
San Fransisco'da Madame Tussauds müzesi var. Meraklılarına duyurulur. Ben Londra'dakine gitmiştim:) İlginç bir deneyim aslında. ekranlarda görüğün ülülerin hemen hemen hepinin mumyası var. Hiç gitmeyenler bence mutlaka gitsinler. Ama buna ayıracak vaktim yok diyenler Visitors Information Center'a giderse en azından Michael Jackson'la fotoğraf çektirebilirler:)) Hiç yoktan iyidir:) Çakıl Michael Jackson'la burda tanıştı.
San Fransisco'da Madame Tussauds müzesi var. Meraklılarına duyurulur. Ben Londra'dakine gitmiştim:) İlginç bir deneyim aslında. ekranlarda görüğün ülülerin hemen hemen hepinin mumyası var. Hiç gitmeyenler bence mutlaka gitsinler. Ama buna ayıracak vaktim yok diyenler Visitors Information Center'a giderse en azından Michael Jackson'la fotoğraf çektirebilirler:)) Hiç yoktan iyidir:) Çakıl Michael Jackson'la burda tanıştı.
Chinese Town Union square’e çok yakında bulunan ve hakikaten San
Fransisco’nun içinde ayrı bir şehir daha var dedirten bir yer. Burası Çin’den
uzaktaki en büyük Çin Mahallesi. Nedeni ise yine altına dayanıyor. Altın
madenlerinde ve demiryollarında çalıştırılmak üzere gereken işçi ihtiyacı
Çin’den sağlanmış. Altın şehri cazibe merkezi haline getirince de; Çin'den göç iyice hızlanmış. O kadar çok göç almış ki şehir, çinli popülasyonu hakikaten çok yüksek.
Kapısından girdiğimizde uçsuz bucaksız Çin
Mahallesi'ni görünce gözlerimize inanamadık. Ve tabii kültürel zenginlikleri daha caddenin
girişindeki kapıdan tutun da tüm mahallenin her yerine yayılmış durumda.
Oldukça gösterişli. Ama şöyle baştan sona yürüyeyim derseniz bir yerlerinizden
de ter damlar hani yani. Hakikaten çok uzun. Biz yarısına kadar gezebildik.
Baktık devam etsek gün bitecek, geri döndük artık. Küçük Gezgin, biblolar,
heykeller, nereye bakacağını şaşırdı, caddeden çok keyif aldı. Ama şu da bir
gerçek ki, artık Çin malları Türkiye dahil dünyanın her yerinde salgın hastalık
misali yer aldığı için; hiçbir şeyde gözümüz kalmadı. Daha önce görmediğimiz
bir şeye rastlamadık. Ama çin yemeği sevenler burada bir şeyler yemeli diye
düşünüyorum. Biz yedik mi; yemedik. Çin yemeğine bayılan bir aile olmamıza rağmen o koca göbeklerimizi yine de deniz ürünlerine sakladık:)
Biz Chinese Town’dan Fisherman’s
Wharf’a Cable Car ile geçtik ki; San Fransisco’ya gelip de bunlarla şöyle bir
tur atmazsanız geziniz eksik kalır. Şimdi Cable Car’ı nasıl Türkçe’ye çevireyim
dedim; biz de bir örneği yok çünkü. Teleferik desen değil, tramvay, vagon desen
değil, troleybüs desen hiç değil ki; San Fransisco troleybüs hatlarıyla da çevrili.
Biz onun keyfine de baktık. Sevgilim İzmir’dekileri hatırlayarak baya bir
duygulandı… GErçi dağ gibi adam, duygulandığı an 2 saniye ama olsun; değinmeden geçmeyim dedim:) Neyse sonuçta Cable Car dedikleri, kablolarla hareket etmesi
sağlanan bir kabin; ortada duran bir adamcağız da sürekli kocaman bir kolu
çekip iterek yavaşlamasını ve durmasını sağlıyor. Baya kolkası yapmış. Etrafı izlerken arasıra adamı izlemekten de insan kendini alamıyor. Kolay iş değil, kolu bir koyuverse yokuştan aşağı inmek bir saniye:) San Fransisco’nun o yokuşlu
sokaklarında 1800’lerin sonunda korkunç bir kazaya şahitlik eden bir dahi bu
sistemi kurarak hem şehrin trafiğini güvenli hale getirmiş hem de fark etmeden 150
yıldır şehrin simgesi olan bir şey yaratmış. İnsan bazılarına üretecek akıl vermiş, bazılarına da bakacak göz; biz gözümüzün değerini bilenler gurubundayız:) Küçük Gezgin binmek için 20 dakika
beklese de tek kelimeyle baaayıııldııı!!! O kadar çok keyif aldı ki anlatamam:)
Fisherman’s Wharf
İşte San Fransiso’nun kalbinin
attığı, görülmezse olmazı, gidilmezse San Fransisco’ya kendini gitmemiş
sayacağın yeri. Bu Liman şeridi birçok limanı kapsıyor ama bunların en ünlüsü
“Pier 39”. Fisherman’s Wharf’a girdiğiniz anda şehrin havası değişiyor zaten.
Sahil kenarında binlerce insan, bir sürü atraksiyon, burnuna gelen kalamar,
yengeç kokuları… Ortalarda elinde mikrofon
şarkı söyleyenlerden tutun da; balon gösterileri yapanlara, amaçsızca dans edenlerden tutun da, bir uçurtmanın peşinden koşan onlarca bebeye kadar ne ararsan var.Annemin dediği "eller deliye ben akıllıya hasret:)" bizim gibi hafif deliler için çok keyifli bir yer:)
Pier 39
Burası oldukça güzel
restoranların yer aldığı liman kısmı. Buraya gidip de yengeç, midye yemeden
dönmek olmaz. Çok büyük bir yer değil ama ortasında dönme dolabın da bulunduğu
gerçekten çok hoş bir ortam yaratmışlar. Pier 39’a gittiğinde geçireceğin
zaman dilimi oldukça uzun oluyor. Kendinizi ona göre ayarlamanızda fayda var.
Hele de bizim gibi bir küçük gezgininiz varsa; günün yarısı burada geçiyor uyarmadı demeyin. Bunun en büyük nedeni Kaliforniya denizaslanlarını
çok yakından görebileceğiniz yerin, tam da bu limanda olması. Seslerini duyup da oraya doğru koşmaya
başlayan Çakıl’a zor yetiştik. Onlar için güneşlenme terasları yapmışlar ve
çıkardıkları o komik sesleriyle bizleri kahkahalara boğarken, yüzlercesini bir
arada görmek gibisi de yoktu. Nasıl yüzdüklerini, kavga ettiklerini,
oynaştıklarını, birbirlerini nasıl suya attıklarını o kadar yakından izleme
şansına sahip oluyorsun ki… Bu bize bile bu kadar keyif vermişken Küçük
Gezgin’in aldığı keyfi düşünün siz. En hoşumuza giden şey de doğal yaşamlarına
hiçbir müdahale edilmemesiydi. Martılar da dahil hiçbir deniz hayvanını
beslemenize izin yok. Bir de bu seyirin Golden Gate Köprüsü ve Alcatraz adası manzarası eşliğinde olduğunu söyleyim de; keyfimizin "ooohhh beee" dedirten türde olduğunu daha iyi anlayın:) Meydanda küçük bir akvaryumda var; gitmek isteyenlere duyurulur:) Biz akvaryum keyfimizi Monterey için saklı tuttuk.
Pier 39’un hemen karşısında ünlü
Alcatraz hapishanesinin olduğu ada var. Oldukça yakın. Hemen ilerisinde de ünlü
Golden Gate Köprüsü görülüyor. Adaya tekne turu var ama biz Küçük Gezgin’e
hapishane ortamının biraz ağır geleceğini düşünerek yapmadık. Onun yerine
saatte 150km hızla giden rocketboat’a bindik. Ne de olsa adrenalin Küçük
Gezgin’in göbek adıydı. Çığlıklar içinde körfezde harika bir tur atıp hızın
tadına vararak şehri bir de denizden görmüş olduk. Valla her çocuğun
kaldırabileceği bir atraksiyon değil, onu baştan söyleyeyim. Hem bot hızlı, hem
rüzgar, botun önü deli gibi kalkıyor hooop bir çeviriyorlar botu olduğu yerde,
neye uğradığını şaşırıyorsun. Baya da bir ıslanıyorsun zaten. Bizim yanımızda
oturan kadın bile dayanamadı atraksiyona kalpten gidecekti. O yüzden bu tarz
şeylerden hoşlanıyorsanız binin. Yoksa paşa paşa binin diğer teknelere, Golden
Gate Köprüsü’ne doğru huzurlu bir körfez turu yapın :) Benden uyarması.
Gece çok geç saatlere kadar açık olmasa da, ışıl ışıl Pier 39 bence görülmeye değer.
Golden Gate Köprüsü
Golden Gate Köprüsü
Bu köprü San Fransisco ile
özdeşleşmiş, biraz meraklı herkesin nereye ait olduğunu bildiği bir köprü. Şehrin
pek çok yerinden görülebilen bu kırmızı köprü, dünyadaki en uzun 7. Asma
köprü. Kirişleri ve kuleleri tutan aletlerin som altın olduğunu da belirteyim
de içimde kalmasın. Bu şehre gitmişken köprüden geçmemek olmaz. Zaten
gittiğinizde akın akın turistin ya bisikletle ya da yürüyerek köprüyü geçtiğine
tanık oluyorsun. Kenarlarda fotoğraf çekenlerin sayısı da bir o kadar. Güzel
açıdan fotoğraf çekicem diye neler yapmıyor insan. Biz de rüzgar yüzümüze vura
vura köprüden karşıya geçerek tepeden fotoğraflarını çektik. Yetmedi Marina
Head Land’e indik bir de oradan çektik. Siz de gitmişken emin olun bizim gibi
bir de bu açıdan, bir de bu açıdan derken bir bakmışsınız yüzlerce fotoğraf
çekmiş olacaksınız.
Lombard Street
Bu cadde San Fransisco’nun en
ünlü caddelerinden. Çünkü pek çok filmde kovalamaca sahnelerinde arabaların
keskin yokuşundan savrula savrula indiği yokuş tam burada yer alıyor. Aslında
çok uzun olmayan bu cadde keskin virajlarıyla fenomen haline gelmiş. Biz hem
arabayla hem de yürüyerek indik bu yokuştan. Manzarası da bir o kadar görülmeye
değer. Yani filmler burada çekilmemiş olsa yolunuzun düşeceği bir yer değil burası. Ama madem gözümüz aşina, madem şehirle bütünleşmiş bu cadde paşa paşa idilecek, görülecek!!!
Painted Ladies (Victorian Houses)
San Fransisco’da geçen pek çok
dizinin, filmin çekildiği evler. Daha dün izlediğim romantik komedi filmin en
son sahnesi bu evlerde geçiyordu. Evler aslında şehrin diğer evlerinden ne
kadar farklı tartışılır. Hatta bulunduğu caddenin yakınlarında çok daha güzel
evler var. Ama filmlerde görünmüş olması ünlü yapmış bir kere; gidip görmemek
olmaz. Hemen karşısında bulunan parkta ayaklarınızı uzatarak yatın ve evleri ve
şehrin manzarasını izlemenin tadını çıkarın. Biz oradayken bile burada çekim
yapılıyordu. Bizim fotolar teknolojiye kurban oldu o ayrı:( Artık hatıralarımızda yaşıyacak... Siz de internetten bakıp bulcaksınız mecburen:(
Half Moon Bay
San Fransisco’ya gitmişken 40km
uzağındaki bu şehre gidip okyanusun tadına varmadan dönmek olmaz diye düşündük.
Burası harika sahil şeridiyle ve ormanla kaplı doğasıyla ünlü bir yer. Aslında
San Fransisco sınırları dışındaki ufak bir şehir. Şehre giderken ormanların
içinden harika bir yoldan gidiyorsun. Şehir merkezi ufak ve cici. Ama bizi
buraya çeken sahiline dair duyduğumuz övgülerdi. O kocaman okyanus dalgalarının
kıyıya vurduğu bu sahil şeridi bizim pasifik okyanusu ile tanıştığımız yer oldu. O yüzden böyle ağzımız bir karış açık dalgaların sahile vuruşunu izledik. Küçük Gezgin'i okyanus dalgalarına kapılmaktan son saniyede kurtardık; ilk on saniyesi yüreğimiz ağzımızda ama sonrasını huzurla geçirdik. San Fransisco’dan insanların hafta
sonu akın akın geldiği bu sahil şeridinde mangal yaparak, kumlarda güneşlenerek
ve dalgaların sesini dinleyerek insanlar vakit geçiriyorlar. Bizim neyimiz eksik dedik; biz de öyle yaptık
tabii… Çakıl sahilde
saatlerce kumda oynarken biz de şişmiş ayaklarımızı uzatıp, buz gibi biramızın tadını çıkardık. Diyeceğim odur ki,
şehirden biraz uzakta bir sahil görmek isteğindeyseniz, okyanusla bir tanışayım buraya kadar gelmişken diyorsanız; gideceğiniz adres
burasıdır.
Biz Küçük Gezgin ile San
Fransisco’dan harika anılarla döndük. San fransisco insanın gezmekten çok keyif
alacağı bir şehir. Güzel anılar biriktirin, şehrin tadını çıkarın. Yeyin, için,
doyasıya gezin… İyi tatiller:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder